Bugün yaşlılara yaşını sorsan kimliğindeki yaşı dışında gerçek doğum tarihini bilen yoktur. Sorduklarında; annesinin ifadesine göre “kar yağıyordu, ekinler biçiliyordu, koyunlar kuzuluyordu, yaprak dökülüyordu.. sen doğdun” gibi cevaplar alırlar. Tarihe mal olmuş önemli bir olayla birleştirilebilirse o zaman yılı tam olarak belirlenebilir. Aksi takdirde belirsizlik devam eder.
Anneme ne zaman doğduğumu sorduğumda: “Keçiler oğlaklıyordu sen doğdun, kışın da o büyük deprem oldu” deyince bu ifadeye göre doğum yılımı ve ayımı hemen buldum. Keçiler mart veya nisan ayında yavrulardı. Büyük deprem dediği 27 Aralık 1939 da olan Erzincan depremi, Kelkit vadisindeki yerleşim yerlerinde büyük hasra ve can kaybına neden olmuştu. Reşadiye ve Erbaa yerle bir olduğundan, yerleşim yerleri değiştirilerek yeniden kurulmuştu. Bu duruma göre ben mart ya da nisan ayında doğduğumu düşünüyorum. Milletimizi egemenliğe kavuşturup bugün Arapdünyasındaki felaketlerin ülkemizde olmasını önleyen Atamızın çocuklara armağan ettiği Çocuk Bayramını çok sevdiğim için 23 Nisan gününü doğum günüm olarak kabul ettim. Son yıllardaki uygulamalarla doğum günü olarak yıl ortası kabul edildiğinden kimliğimdeki doğumum 1940 yılı ve 1 Temmuz olarak yazılı.
Eskiden köylerde erkek çocukları askere geç gitsin diye birkaç yaş küçük, kızlar ise erken evlendirmek için birkaç yaş büyük yazdırılırdı. Bugünkü iş makineleri olmadığından o günlerde devlet yolları kazma kürekle ve insan gücüyle yapılırdı. Bu yollarda belli yaşlardaki erkekler on gün parasız çalışmak zorundaydı. Çalışmak istemeyenler on günlük yol parasını devlete öderlerdi. Yalnız beş çocuğu olanlar yol çalışmasından muaf tutulurdu. Bu yüzden herkes en az beş çocuğa sahip olmaya çalışırdı. Üç çocuğun kaydından sonra dördüncü çocuğu kayıt yaptırmaz, beşinci çocuğu doğunca dördüncü çocukla birlikte ikiz yazdırırlardı. Böylece köyünün yakınındaki devlet yolunda on gün çalışmaktan kurtulurdu.
İki üç odalı bir evde bütün kardeşler beraber yaşardı. Bugün bile hala anlayamıyorum o kadar çocuk nasıl yapılır, o daracık evlerde nasıl yaşarlardı? Babalar çocuklarına gösterdikler azıcık ilgiyi babalarının yanında göstermezlerdi. Babalar kendilerine yaklaşmaya çalışan çocuklarını eğer dedeleri de oradaysa “git lan !, git kız! “ gibi laflarla yanından uzaklaştırmaya çalışır, çocuklar da bu durumu anlayamaz şaşırırlardı. Çocuklarına dedelerinin yanında ilgi ve sevgi göstermek saygısızlık sayılırdı ki neden böyle bir anlayış yerleşmiştir anlamak mümkün değil.. Çocuğu nüfusa kayıt yaptırma işi de dedeye düşerdi. O zaman köylerimizde saygısızlık olarak kabul edilen bir başka anlaşılmaz durum da; eşlerin birbirlerine isimleriyle hitap etmeleriydi. Kadınlar eşinin adı yerine “benim ki” der veya çocuklarından birinin adıyla çağırırlardı. Erkekler de “Gız sana söylüyorum !” gibi hitaplarla veya kız çocuklarından birinin adıyla çağırırlardı.
Tarihe mal olmuş bu davranışlar hoş değildi tabi.. Evlatların saygılarını davranışlarıyla göstermeleri yeterlidir. Zaman her şeyi değiştirdiği gibi insanlar arasındaki ilişkileri de değiştiriyor elbette. Şimdi okunduğunda tuhaf gelen bu durumları yeni nesillere aktarmak istedim naçizane.. Saygılarımla. 12.08.2011 Seslisohbet / Seslichat / Sesli / Chat / Medikal / Ortopedi
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder