Yorgun bir sabah ince, narin parmaklarının arasından uyanırken ben; şehrin altınıüstüne getirmiş ellerimle _ki o ellerim dalgalı saçlarını kurcalardı ta ense dibine kadar, zamanı ''an''lara bölmüş, gökyüzüne doğru savuruyordum.
Sazlıktan havalanan ve güneşin okşadığı pırıltılı bir namludan aceleyle fırlayan saçma demeti, kanatlarının gölgeleri mavi sularda çocuk neşesiyle oynayan kuş sürüsünün içine bir kartal öfkesiyle dalarak avladığı iki bıldırcının gövdesine tüm yakıcılığı ile ölümü usulca bırakırken bıldırcınların hafif aralık gözlerinden senin büyüleyici güzelliğini bir daha göremeyeceğini ve yuvarlak omuzlarına konup sana yazdığım şiirleri kulağına okuyamayacağını bilmenin kahrı gözyaşlarına karışarak akıyor ve o tuzlu gözyaşları ta uzaklardan gelip güneşin elmalar bıraktığı yanağının çukuruna adım olarak yazılırken, düşler ülkesinden havalanan bir martı, beyaz kanatlarında taşıdığı hasretimin, özlemimin,yalnızlığımın harmanladığı sevgimi, seni inciltmekten korkarcasına avuçlarına bırakıyordu.
Ve ben...
Yalnızlığımda, güneşe hasret günlerin kendini yıldızların kovulduğu geceye teslim ettiği zamanlarda aynanın karşısına geçip yakıcı alevin parlattığı anılar dergahında sözcüklerinin karıştığı şarabımı içiyorum.
Ölüme davetiye yollamaktan yorgun düşmüş benliğimle...
ersin başeğmez
01 eylül 2011 23:15 _ izmir
çaysız_şekersiz ve bademsiz
Seslisohbet / Seslichat / Sesli / Chat / Medikal / Ortopedi
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder