ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
İŞTE BEN; ÇAMUR RAFİ
Meyhanenin tek kabinli tuvaletinde aynanın karşısındayım. Bir insan aynaya bakıp da kendini beğenmezse çatlayıp patlarmış derler. Bu söze inanmıyorum; çünkü ben kendimi beğenmediğim hâlde ne çatlıyorum ne de patlıyorum. At suratına benzeyen bu uzun yüzüme; Karadeniz dağlarını ve vadilerini hatırlatan bu kırış kırış alnıma, üstteki kalın alttaki incecik şu biçimsiz duraklarıma ve dahi çıkık elmacık kemiklerime alıştım artık. Yeniyetmeliğimde limon suyu sürerek yatırmaya çalıştığım, şimdi ise ne dikliğini, ne sıklığını ne de kırlaşmasını umursadığım saçlarıma ve hatta yirmi yıl önce takıp da bir daha hiç çıkarmadığım, adeta yüzümün bir uzvu hâline dönüşen gözlüğüme; bana insanları, bitkileri ve dahi güneş ışığını siyahımsı gölgeler gibi gösteren şu geniş ve simsiyah gözlük camlarıma dahi alıştım.
Ben buyum işte…
Mafya filmlerinde, babanın her türlü pis işini yapan birinci adamı vardır hani. Hani ne düşündüğünü asla anlayamadığımız, olaylara ve sözlere nasıl tepki vereceğini sezemediğimiz birinci adam… Kimi, ne zaman ve nerede öldüreceği tahmin edilemeyen, görenlerin endişe ve korku duygularını harekete geçiren birinci adam; yani birinci katil… İşte o… O karanlık yüzlü adam geniş omuzları ve bir doksanlık boyuyla tam karşımda… O korkunç surat, o heybetli vücut ufacık bir aynaya nasıl sığmış? Nasıl sığmış da beni gözetliyor? Acıyor mu desem, kızıyor mu desem, küçümsüyor mu desem? Anlamak ne mümkün?
Ben buyum işte…
Başımı eğerek kurtuluyorum bu görüntüden.
Sağ gözümü yumup gözlüğümü çıkararak yüzümü yıkıyorum. Ben her sabah işte böyle yıkarım yüzümü. Bol suyla ve sağ gözüm kapalı… Suya, eşyaya ve dünyaya çıplak gözle baktığım pek nadirdir. Yirmi yıldır bu böyle. Tam yirmi yıldır aynadaki gözlüksüz hâlime en fazla üç-dört defa bakmışımdır. O da evimdeyken ve sarhoşken… Ve dahi kapı pencereyi dağıtmadan evvel…
Şimdi başım dik, gözüm kapalı… Gözlüğü takıp kaçsam mı yine, yoksa gözümü açıp baksam mı?
Sağ gözümü açıp bakıyorum. İşte buna alışamadım. Yuvasından fırlayan ve ışıl ışıl parlayan sağ gözümün ihtişamı karşısında ezilerek kendi çukurunun derinlerine sinmiş sol gözüme bir türlü alışamadım. Bin yıl da yaşasam alışamayacağım. Aslına bakarsanız “ sol göz” demek de yanlış; çünkü orada göz falan yok. Sadece bir göz çukuru var. Bir de derinlerde birbirine lehimlenmiş gibi duran iki deri parçasının arasında birkaç zavallı ve çapaklı kirpik…
Sağ gözümü yumup gözlüğü takıyorum. Diş gıcırtılarımı işitiyorum.
—Kaderimi değiştirerek bu hâle gelmeme sebep olan o süslü iblisten intikam alma vakti geldi, diye mırıldanarak masama dönüyorum.
Ortalığı temizleyip masayı tekrar donatmışlar. Hüseyin beni güler yüzle ve ayakta karşılıyor:
—Ya’u muallim, ne hata yaptım anlamadım ama, valla kusura bakma; özür dilerim.
Sandalyeme otururken tebessüm ederek:
—Otur Kocakulak, otur! diyorum. Senin hiç suçun yok; birden sinirlendim işte. Hele doldur şu kadehleri de içelim.
—İçelim de güzelleşelim.
Kadehleri tokuştururken:
—Bundan sonraki içkiler ve mezeler benden, diyor Hüseyin.
Kıpırtısız ters ters bakıyorum. Kızgınlığımı gözlerimden okuyamaz ama benim ne zaman öfkeli olduğumu anlar.
—Tamam tamam, diyor. Ağanın eli tutulmaz.
—Şu televizyonun zımbırtısını aç da bir müzik kanalı bul, diyorum. Biraz neşelensin masamız.
Şarkı dinleyerek içiyoruz.
Kocakulak ara sıra bir şeyler anlatıyor ama ne söylediğini idrak edemiyorum. Dinler gibi görünüp uçuk hayaller kurarak yarına dair planlar yapıyorum. Planlarımı Süslü’yü rezil etmek, dövmek ve öldürmek üzerine kurguluyorum.
Devamı var.
Seslisohbet / Seslichat / Sesli / Chat / Medikal / Ortopedi
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder